Eski Erciş Kalesi-Erciş’e Bakış

Kağnı gıcırtısı, at kişnemeleri, çocuk ağlamaları, kuzu melemeleri, kadınların esef dolu yırları… Bugün madavank tepelerinde yankılanan sesler bunlar.

Bir elim çilekeş anamın tendir yanıkları ile dolu, gül desenli, solgun eteğinden tutmuş, bir elim bilmem kaç zaman önce yapılmış o kerti fetire yapışmış gibi. Ağlamak üzere olduğumu anladığım an, fetirden hırs dolu bir ısırık alıyorum. Belki de hıncımı fetirden çıkarıyorum.

Ayaklarımdaki çatlaklar, yüreğimdeki çaresizlik ve ayrılık yaralarından daha az acıtıyor canımı. Bugün herkesin yüzünde bir gariplik var ya da benim gözlerim her yüzü “garip” buluyor.

Kale çöküyor artık, heryerinden su çıkıyor, başımıza yıkılmadan terk edelim, dediler. Biz de terk ediyoruz işte. Ne olmuş yani! Sanki bu ilk göçümüz mü? Sultan Alparslan’ın açtığı kapılardan gelip bu topraklara göç edenlerin çocukları değil miyiz zaten? Hani şu Oğuz boylarının…

Önümde Van Gölü’nün sodalı sularına teslim olmuş Erciş Kalesi, bir yanımda Süphan Dağı… Adı Çelebibağı, adı Erciş, adı Kasımbağı… İşte kale sakinlerinin yeni meskenleri.

Bugün, herşeyi unuttum ben. Yalnız kale diplerinde açan gelincik çiçeklerini, avuç avuç içerken kanamadığım çeşmenin soğuk suyunu, müezzinin asırlık minareye çıkıp okuduğu şu kulaklarımın bir daha duyamadığı ezanı, unutmadım.

Bir de o zamandan kalma şu türkü zaman zaman dilime takılır, içim burkulur. Ama asla ağlayamam. İşte bunlardır bende kalan.

Kalenin bedenleri beden eski beden,
Çevirin gidenleri, ah! Senin derdin neden?




——————————————

Erciş Türkçesinden…
yır: türkü,deyiş
fetir: ekmek çeşidi
kerti: bayat
tendir: tandır